28 Mart 2014 Cuma

Ağlama nöbetleri

nam-ı diğer 2 yaş sendromu. gerçi zamane çocuklarında sendrom bitmiyor, ama anneleri ilk vuran sendrom bu. artık bebeklikten çıkan ve kendini bir birey olarak kabul ettirme savaşındaki çocuk istediklerini dile döküp anlatamayınca veya fiziksel olarak yapmak istediklerine gücü ve becerisi yetmeyince kendini yerden yere atarak ağlamaya başlıyor.

İpek anestezi sonrası dönem dönem ağlama nöbetlerine giriyordu ama bu nöbetlere tek bir etken sebep oluyordu. Doktor yada hastane. Ancak 16-18 ay arası bu krizlerin sıklığı arttı ve 18-19 ay arası en üst seviyeye ulaştı. Giyinmek istememe, parktan dönmek istememe, ağır bir şeyi tek başına taşıyamama gibi sebeplerle minimum 30 dakika süren kendini yerden yere atarak ve boğazını yırtarcasına bağırarak ağlama nöbetleri başladı. Krizi engellemeye çalıştığımız her sefer geri tepti, ilgisini başka bir yöne çektiğimizde 5 dakika sonra bambaşka bir sebepten daha güçlü ağlamaya devam etti. Krizlerin top seviyede olduğu sıralarda benim işlerim çok yoğundu, sürekli işe gitmem gerekiyordu ve 4 azı birden çıkardı. Hepsi üstüste geldi yani. 19 ayın sonunda birden bire sakinleşmeye başladı ve krizler epeyce azaldı. tabii ne zamana kadar böyle süt liman devam edecek bilmiyoruz.

bu aralar başucu kitabı yaptığım Aletha J. Solter in Çocuğunuza Kulak Verin kitabı bayağı bir yol gösterici oldu bana. zaten kitabın girişinde, daha 3. paragrafta şu anda bulunduğumuz durumu öyle güzel özetlemiş ki.

" Karmaşıklaşan ve değişen dünyamızın sorunlarıyla başa çıkmak için çocuk yetiştirme yöntemlerine farklı bir yaklaşım getirmemiz gerekir. Açlık, kirlilik, baskı ve nükleer felaket tehditi gibi problemler varken, kimse gönül rahatlığıyla her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu iddia edemez. Anne babalar olarak yapmamız gereken, durumu olduğu gibi kabul edip önceki kuşakların hatalarını sürdüren çocuklar yetiştirmek yerine, dünyayı daha iyi bir yer haline getirecek motivasyona, kararlılığa, cesarete ve beceriye sahip, şefkatli, güvenli ve akıllı insanlardan oluşan yeni bir kuşak yetiştirmektir. Artık, çocuklara nasıl davranacağımıza ilişkin genel kabul gören standartları sorgulamanın ve farklı birşeyler yapmanın zamanı geldi. "

Aletha, çocukların ağlamaları ile ilgili çok güzel tesbitlerde bulunuyor. Ağlamak bebeklerin iletişim yollarından biri ve hatta en etkilisiyken, çocuklar konuşmaya başladıklarında onlardan artık ağlamamalarını bekleriz. ne de olsa kendilerini ifade edebiliyorlar artık diye düşünürüz. Ama Aletha hiç de düşündüğünüz gibi değil diyor:

Çocuklar günlük can sıkıntılarının ve hayal kırıklıklarının üstesinden gelmek için ağlamaya devam ederler. Duygularını söze dökmeyi öğrenebilirler ama bu o hayal kırıklarının üstesinden gelmesine tamamen yardımcı olmaz. Ağlamak acı çekmekten kurtulma sürecidir ve çocuklar gözyaşı dökme özgürlüğüne kavuşmadıkça kendilerini daha iyi hissetmezler. Çocuğunuzun neden ağladığını bilmeniz gerekmez. Önemli olan ağlamasını kabul etmenizdir.

Zaten her şey bu son cümleden sonra değişiyor. eğer çocuğunuzun ağlamasını mantıklı bir zemine oturtmaya çalışmaktan vazgeçip sadece kabullenirseniz her şey daha kolaylaşıyor, çok kolay olmuyor tabi ki, sadece daha tahammül edilebilir oluyor. bazen sadece sakince canım deyip, yanında beklemek çok zor olsa da, çoğu zaman işe yarıyor.

Ağlamanın nedeni hayal kırıklığı ya da durumdan kaynaklanan başka bir acıysa, tek yapmanız gereken çocuğun acısını anladığınızı belirtmek ve duydularını kabul etmektir. Çocuğunuzun ağlamasına sizin yaptığınız bir şey neden olduysa, öfkesini ve gözyaşlarını kabul etmenin yanı sıra, hatanızı fark ettiğinizi belirtmeniz ve ondan özür dilemeniz çok önemlidir. 

Peki ya öfke nöbetleri?

Öfke nöbeti sırasında çocuklar yüksek sesle bağırır, çığlık atar, ağlar, kollarını ve bacaklarını hareket ettirir ve gerçek gözyaşı dökerler. Bu tür öfke nöbetlerinde şiddet yoktur, yıkıcı değildir; çocuk kimseye ya da hiçbir şeye zarar vermeye çalışmaz. Bir de, çocuklar korktuklarında ya da kızdıklarında samimi bir öfke nöbeti aracılığıyla duygularını zararsız bir biçimde dışa vurabilecek güveni hissedemezlerse bazen gürültücü olabilirler, şiddet içeren yıkıcı davranışlarda bulunabilirler. Bu durumdaki çocuklar duygularını boşaltmak yerine yıkıcı bir şekilde dışa vururlar. Genellikle bu tür davranışlara çığlıklar ya da yüksek sesle bağırmalar ve öfke nöbetinde görülenlere benzer kol ve bacak hareketleri eşlik eder, ama gözyaşı yoktur. 

Biz anneler/ebeveynler en çok minicik sebeplerden kendini yerlere atarak ağlamalarına şaşırıyoruz ve hatta zaman zaman kızıyoruz ve bunu şımarıkığa bağlıyoruz. Ama esasında durum öyle değil. Çocuklar birikmiş duygularını boşaltmak için küçük bahaneleri kullanıyorlar. gün içinde yaşadıkları hayal kırıklıklarını sizin bir çırpıda anlayamadığınız sebeplere bağlayıp duygularını dışa vuruyorlar. Eğer ağlamalarına müsade edip, boşaltımlarını rahatça yapmalarına izin verirsek oldukça rahatlamış, melek gibi çocuklarımız olur. Ama ilgisini başka yere çekerek, emzik vererek, biberon vererek, v.b  ağlamasını yarıda keserek sakinleştirdiğimizi sandığımızda durum daha kötüye gider. emin olun ki bir sonraki krizde, bir öncekinin de acısını çıkaracaktır. 

biz şimdilik giyinme sorunumuzu kabul edilebilir bir seviyeye çektik. evden çıkarken halen en son ipek giyiniyor, çoğu zaman kapının önünde giyiniyor ama en azından ağlamadan ve kendi isteğiyle oluyor. bir de, ben de bazı şeylere hayır demeyi öğrendim. her ağladığında istediğini yapmayıp, ağlamasına müsade ettiğimde, o gereksiz çırpınışlar artık yok olmaya başladı. daha yolumuz uzun ve benim gerçekten çok bilmiş bir kızım var. ve bir de unutmadan, aslan henüz böyle krizlere girmedi, o yüzden büyük konuşmamalıyım.  

4 Mart 2014 Salı

ipek & aslan 18 aylık!!!



ipek ve aslan artık 1,5 yaşında, esasında 3 hafta oldu ama ben yine ancak yazabildim. aile içinde küçük bir kutlama yaptık. büyük halaları ve babanneleri geldi, aslanın bayıldığı bir "old macdonald had a farm" temalı pastamız vardı. deli gibi bir ağlama kriziyle uyandıkları öğle uykusu sonrası önlerine pastayı koyduğumuzda yüzlerindeki sevinç herşeye değerdi. aslanın old macdonald takıntısı malum, en sevdiği hayvan domuz. pastanın görüntüsü de, tadı da harikaydı.

18 aylık olmalarıyla birlikte epeyce değiştiler, büyüdüler. yavaş yavaş konuşmaya çalışıyorlar, papağan gibi her dediğimi taklit etmeye çalışıyorlar. bir sürü kelime söylüyorlar, ki bana göre konuşuyorlar. ben anlatmak istedikleri herşeyi anlayabiliyorum, 1-2 kelime, biraz el kol işaretiyle epeyce anlaşıyoruz. azı dişleri çıkıyor, gece uykuları bölünmeye başladı ipeğin. aslansa sanki uyumayı öğreniyor gibi. çok iddialı konuşmak istemiyorum ama sanırım belli bir denge ile gidiyorlar. birinin huzursuzluğu varsa, diğeri o günlerde daha uyumlu oluyor. bir anlamda iyi gibi görünüyor, ikisinin de aynı anda huysuz olması çok kötü ama bir anlamda da çok yorucu. çünkü sürekli dönüşümlü mızırdıyorlar, böylece dönem dönem mızırdayan 2 çocuk yerine, sürekli mızırdayan bir çocuk oluyor.

ipek benim işe dönmemden çok mutsuz. ben işe gittiğim için haftaiçleri babanneleri bizimle ve ipek sabah babannesini gördüğü anda kızmaya başlıyor. babannesi gelince benim işe gittiğimi çözmüş durumda, o yüzden babannesini çok sevse de kafasında annesiyle onu ayıran bir kişi olmaya başladı kadıncağız. çok zor ayrılıyoruz sabahları ama akşamları çok şahane, tüm vaktimde onlarla oyun oynuyorum, başka hiçbirşey yapmıyorum. o zamanlarda ikisi de çok mutlu, ben de. ama artık en mutlu oldukları zamanlar 4 kişi olduğumuz günler. artık tüm gün keyifle zaman geçirebiliyoruz. benim üzerimden tır geçmiş gibi oluyor tabi ama çocuklar çok eğleniyorlar, bütün gün dışarıda gezebiliyoruz, uykuları, yemekleri daha tolere edilebilir oldu. zaten önümüz bahar, her haftasonu pikniğe, açık havaya, yakın tatillere gideriz artık.

biribirleriyle iletişimleri de çok iyi artık. iyi ki ikizler, iyi ki kardeş sahibiler lafını daha çok kullanıyorum.